Wednesday, February 5, 2014

Sayın Hüseyin Gülerce’ye Cevabî Mektubumdur




Sayın Gülerce’nin “Hizmet, parti mi kursun”? Başlıklı yazısına cevap vermek farz oldu.

Sayın Gülerce;

“paralel yapı” nın bir faraziye olmadığını bilmiyor gibi davranmanızı anlayışla karşılarım. Ama bunu zatınıza yakıştıramam. Bu fikir öncelikle “Milli Devlet” teziyle geçmişte bize aitti. O zaman için de doğruydu. Başta güvenlik olmak üzere devlete yönelik cemaatin bir gizli ajandası olduğunu herkes biliyor. Silahlı Kuvvetlerden atılan personelin en büyük kısmını cemaat mensupları teşkil etmekteydi. Emniyet ve yargı içerisine yerleştirilen, yönlendirilen elemanlar zaman içerisinde hatırı sayılır bir organize güce ulaştılar. Özellikle Polis Akademisi ve Polis Okullarında hâkimiyet sağlandı. Bu okullara girişte başarı için cemaat mensubiyeti temel referans oldu. Tabii ki bu okullara girişte yapılanlar haksızlıklar yolsuzluk(!)olmayıp hizmet sayılmaktadır. İkinci etap olarak dershane öğrencilerinden en başarılı olanlar Hukuk ve Eğitim Fakültelerine yönlendirilmektedirler. Zaman içerisinde yargıdaki irtibatlı cemaatçi kadroların sayıları bir hayli arttı ve AKP iktidarından gördükleri teşvikle başta özel yetkili mahkemeler olmak üzere kilit noktalarda etkinlik kazandılar. HSYK seçimleri bunun en açık göstergelerinden biridir. Yani paralel yapı bir gerçekliktir.

“paralel yapı”  bir yargısız infaz sloganı olarak işletiliyor”. Diyorsunuz. Bu konuda haklısınız. Ancak, Türkiye taraflı yargıdan çektiğini hiçbir şeyden çekmedi. Cemaat İmamının talimatı ile hizmet yapan yargı mensupları temizlendikten sonra yargısız infaz, yargılı infaza dönüşecektir. Biraz sabır gerekir.  

“paralel yapı, bir algı operasyonu malzemesi yapılıyor. Hükümetin elinde ne belge, bilgi varsa bunları yargıya havale etmelidir” diyorsunuz. Hükümetin elinde bu konuda yeteri kadar belge ve bilgi olduğunu sanıyorum. Cemaat mensubu yargı mensupları ayıklandıktan sonra bunlar sırası geldikçe yargıya intikal ettirilecektir. Üstelik herkes bunu görmek isteyecektir.

“Suçun şahsiliği prensibi var” ifadenize aynen katılıyorum. Bununla birlikte 17 Aralıkta yapılan operasyonun top yekûn Hükümeti düşürmek, Başbakanı bitirmek,  AK Partiyi iktidardan uzaklaştırmak amacını tahakkuk etmeye hizmet edecek şekilde plânlanıp, opere edildiğine sanırım siz de katılırsınız.   

“Koskoca bir camia zan altında bırakılmamalı, tedirgin edilmemelidir” Sözünüze katılmamak mümkün değildir. Operasyona cemaat medyasının dört elle sahip çıkması ve profesyonelce bir algı operasyonuna dönüştürmesi ve her şeyi sahiplenmesinin bu sonucu doğuracağı beklenmeliydi. Malûmunuz fizik yasalardan biri de etki=tepki yasasıdır.

“Gördüğüm kadarıyla yangının önü alınamıyor. Bari ülkemizin uğrayacağı zararı asgariye indirmeye çalışalım” diyorsunuz. Herkesin dileği bu. Ancak ‘operasyonun amirleri’ bu işten yeterince kâr sağladılar ve cemaat kadrolarını pek mahirane kullandılar ne yazık ki! Bundan sonrası kayıkçı kavgası, balığı götürenler götürdü. Eğitim başarısı ile övünen Cemaatin kadrolarının işin bu noktalara geleceğini hesaplayamamış olması, onların muhakemelerini yeterince geliştirememiş olduklarına işarettir.   

“Bu meselenin makul çözümü, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, evrensel ilkeleri savunmaktır” iddianıza gelince; bu beylik sözlerin günümüz Dünyasında pek de geçerli olduğu söylenemez. Örneksenen ABD, İSRAİL, AB gibi ülkelerin dış politikalarında ortaya koydukları tutum ve davranışlar bunun açık kanıtıdır. Ne yazık ki Cemaat dış politikada bu demokrasi ve insan hakları savunucusu(!) ülkeleri kendisine model seçmiştir. Cemaatin bu savruluşunu doğrusu anlamlandırmakta zorlanıyoruz.

“Bürokratlar sadece seçilmiş iradeden talimat alır” ifadeniz de hemfikir olduğumuz şeydir. Yalnız hemen aklıma şu soru geliyor. Başbakan Tayyip Erdoğan değil de Hocaefendi, ya da O’nun öngördüğü biri olsaydı: O savcı ve polisler bir ihbar aldıklarında ve yolsuzluk emareleri gördüklerinde, gizli ve düşmanca bir tavırla operasyon mu yaparlardı? Yoksa! Başbakanla bir görüşme yapıp birlikte bir çözümü mü tercih ederlerdi? İnsaf dairesinde düşünelim?  28 Şubat sürecince (170) Milyar Doları çalanların üzerine gitmeyen bu savcıların ve bunları savunanların samimiyetinden ciddi kuşku duyuyoruz. Delil mi yok? Bilenler şöyle diyorlar. “Paranın izini sürerseniz, sizi gittiği yere götürecektir” Yoksa! Savcılarımız bunu bilmiyorlar mı?

“Hizmet Hareketi” ismini sizin verdiğiniz söylendi. Keşke öyle olsaydı. Artık yeni bir ismi hak ediyor. Bence “SELF SERVİS” veya “DIŞARI HİZMET” yakışır.

Cemaat mensuplarına bir de “mütedeyyin” demiyorlar mı? Buna çok bozuluyorum. A.Turan Alkan ve Mümtazer Türköne,  mütedeyyini böyleyse dedirtiyor doğrusu.

Sayın Gülerce’nin “Dünya-ahiret dengesinde, siyaset yolu dünyayı öncelemek, hizmet yolu da ahireti öncelemek gibi geliyor bana” ifadesi için de diyeceğim şu: Cemaat, Fetullah Gülen Hocaefendi sayesinde Ahireti garantilemiş de Dünyayı ele geçirmeye odaklanmış gibiler.

Ne dersiniz? Haksız mıyım?

No comments: