Sayın Gülerce’nin “Hizmet, parti mi kursun”? Başlıklı
yazısına cevap vermek farz oldu.
Sayın Gülerce;
“paralel
yapı” nın bir faraziye olmadığını bilmiyor gibi davranmanızı anlayışla
karşılarım. Ama bunu zatınıza yakıştıramam. Bu fikir öncelikle “Milli Devlet”
teziyle geçmişte bize aitti. O zaman için de doğruydu. Başta güvenlik olmak
üzere devlete yönelik cemaatin bir gizli ajandası olduğunu herkes biliyor.
Silahlı Kuvvetlerden atılan personelin en büyük kısmını cemaat mensupları
teşkil etmekteydi. Emniyet ve yargı içerisine yerleştirilen, yönlendirilen elemanlar
zaman içerisinde hatırı sayılır bir organize güce ulaştılar. Özellikle Polis
Akademisi ve Polis Okullarında hâkimiyet sağlandı. Bu okullara girişte başarı
için cemaat mensubiyeti temel referans oldu. Tabii ki bu okullara girişte
yapılanlar haksızlıklar yolsuzluk(!)olmayıp hizmet sayılmaktadır. İkinci etap
olarak dershane öğrencilerinden en başarılı olanlar Hukuk ve Eğitim
Fakültelerine yönlendirilmektedirler. Zaman içerisinde yargıdaki irtibatlı cemaatçi
kadroların sayıları bir hayli arttı ve AKP iktidarından gördükleri teşvikle
başta özel yetkili mahkemeler olmak üzere kilit noktalarda etkinlik kazandılar.
HSYK seçimleri bunun en açık göstergelerinden biridir. Yani paralel yapı bir
gerçekliktir.
“paralel
yapı” bir yargısız infaz sloganı olarak
işletiliyor”. Diyorsunuz. Bu konuda haklısınız. Ancak, Türkiye taraflı yargıdan
çektiğini hiçbir şeyden çekmedi. Cemaat İmamının talimatı ile hizmet yapan
yargı mensupları temizlendikten sonra yargısız infaz, yargılı infaza
dönüşecektir. Biraz sabır gerekir.
“paralel
yapı, bir algı operasyonu malzemesi yapılıyor. Hükümetin elinde ne belge, bilgi
varsa bunları yargıya havale etmelidir” diyorsunuz. Hükümetin elinde bu konuda
yeteri kadar belge ve bilgi olduğunu sanıyorum. Cemaat mensubu yargı mensupları
ayıklandıktan sonra bunlar sırası geldikçe yargıya intikal ettirilecektir. Üstelik
herkes bunu görmek isteyecektir.
“Suçun
şahsiliği prensibi var” ifadenize aynen katılıyorum. Bununla birlikte 17
Aralıkta yapılan operasyonun top yekûn Hükümeti düşürmek, Başbakanı bitirmek, AK Partiyi iktidardan uzaklaştırmak amacını
tahakkuk etmeye hizmet edecek şekilde plânlanıp, opere edildiğine sanırım siz
de katılırsınız.
“Koskoca
bir camia zan altında bırakılmamalı, tedirgin edilmemelidir” Sözünüze
katılmamak mümkün değildir. Operasyona cemaat medyasının dört elle sahip
çıkması ve profesyonelce bir algı operasyonuna dönüştürmesi ve her şeyi
sahiplenmesinin bu sonucu doğuracağı beklenmeliydi. Malûmunuz fizik yasalardan
biri de etki=tepki yasasıdır.
“Gördüğüm
kadarıyla yangının önü alınamıyor. Bari ülkemizin uğrayacağı zararı asgariye
indirmeye çalışalım” diyorsunuz. Herkesin dileği bu. Ancak ‘operasyonun
amirleri’ bu işten yeterince kâr sağladılar ve cemaat kadrolarını pek mahirane
kullandılar ne yazık ki! Bundan sonrası kayıkçı kavgası, balığı götürenler
götürdü. Eğitim başarısı ile övünen Cemaatin kadrolarının işin bu noktalara
geleceğini hesaplayamamış olması, onların muhakemelerini yeterince
geliştirememiş olduklarına işarettir.
“Bu
meselenin makul çözümü, hukukun üstünlüğünü, demokrasiyi, evrensel ilkeleri
savunmaktır” iddianıza gelince; bu beylik sözlerin günümüz Dünyasında pek de
geçerli olduğu söylenemez. Örneksenen ABD, İSRAİL, AB gibi ülkelerin dış
politikalarında ortaya koydukları tutum ve davranışlar bunun açık kanıtıdır. Ne
yazık ki Cemaat dış politikada bu demokrasi ve insan hakları savunucusu(!)
ülkeleri kendisine model seçmiştir. Cemaatin bu savruluşunu doğrusu
anlamlandırmakta zorlanıyoruz.
“Bürokratlar
sadece seçilmiş iradeden talimat alır” ifadeniz de hemfikir olduğumuz şeydir. Yalnız
hemen aklıma şu soru geliyor. Başbakan Tayyip Erdoğan değil de Hocaefendi, ya
da O’nun öngördüğü biri olsaydı: O savcı ve polisler bir ihbar aldıklarında ve
yolsuzluk emareleri gördüklerinde, gizli ve düşmanca bir tavırla operasyon mu
yaparlardı? Yoksa! Başbakanla bir görüşme yapıp birlikte bir çözümü mü tercih
ederlerdi? İnsaf dairesinde düşünelim? 28 Şubat sürecince (170) Milyar Doları
çalanların üzerine gitmeyen bu savcıların ve bunları savunanların
samimiyetinden ciddi kuşku duyuyoruz. Delil mi yok? Bilenler şöyle diyorlar. “Paranın
izini sürerseniz, sizi gittiği yere götürecektir” Yoksa! Savcılarımız bunu
bilmiyorlar mı?
“Hizmet
Hareketi” ismini sizin verdiğiniz söylendi. Keşke öyle olsaydı. Artık yeni bir
ismi hak ediyor. Bence “SELF SERVİS” veya “DIŞARI HİZMET” yakışır.
Cemaat
mensuplarına bir de “mütedeyyin” demiyorlar mı? Buna çok bozuluyorum. A.Turan
Alkan ve Mümtazer Türköne, mütedeyyini
böyleyse dedirtiyor doğrusu.
Sayın
Gülerce’nin “Dünya-ahiret dengesinde, siyaset yolu dünyayı öncelemek, hizmet
yolu da ahireti öncelemek gibi geliyor bana” ifadesi için de diyeceğim şu:
Cemaat, Fetullah Gülen Hocaefendi sayesinde Ahireti garantilemiş de Dünyayı ele
geçirmeye odaklanmış gibiler.
Ne
dersiniz? Haksız mıyım?